Gençlik yıllarımız çok hareketli ve gayet heyecanlı geçti. Cumhuriyetin kuruluşu sonrasında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından, Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetenler ülkede birlik ve bütünlüğün güçlendirilmesi için çok partili demokratik sisteme geçişi uygun bulmuşlardır. Muhalif kurumu olmayan politika muhalefet teşkilatlanmanın yolunu açmış, ülke meselelerinin farklı düşünce çevrelerince de gündeme taşınması ve tartışılmasına imkân vermiştir. Tek partili süreçten çok partili demokratik sisteme geçiş 1946 -1950’li yıllarda sağlanmış, Cumhuriyetin kurucu partisi, Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) seçimlerin nihayetinde iktidarı Demokrat Partiye devretmiştir…
Türk milliyetçiliği, Türkçülük fikir sistemi ilkelerinden birisinin “milliyetçilik” olmasına rağmen, dönemin CHP yöneticileri, Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatını izleyen 1940’lı yıllarda Türk milliyetçilerini “Irkçılık, Turancılık” düşüncelerinden dolayı suçlamış, cezai müeyyideler uygulamışlar, Türk Siyaset Felsefesine “ortanın Solu” terimiyle ayrıştırıcı fikirlerin temeline fitil bağlamışlardır…
Türkiye üzerinde dış güçler planlarını daha kolay uygulama imkânı bulmuşlar; ortanın soluna karşı “sağ” düşünce atmosferine takılmışlardır. Söz konusu yol ayırımı zamanla genişleyecek, Türk gençliği yeniden özüyle buluşuncaya kadar farklılaşan yollarda açılan makasın yarattığı vadide cepheleşme sürecine girecek, Batının kapitalist düzeni ile Sovyetlerin komünist rejimi allı pullu süslemelerle gençliğin önüne “umut” olarak sürülecek ve dünyayı paylaşmak isteyen iki süper gücün çatışma ortamında kendisini bulacaktır. Ülke buhranlı dönemlerden geçmiştir…
1960’lı yıllardan 70’li yıllara ulaşıldığında sakin görünen ve iktidarı elinde tutan kapitalist yönetime karşı sosyalizmin güçlü savunucuları iktidarı ele geçirme heyecanıyla “devrimcilik” düşüncesini geliştirmiş ve eylemlerini önce üniversitelere, oradan da sokağa taşınmasına öncülük etmişlerdir. Belki de bizler böyle anlıyorduk ama sola karşı sağdaki illegal tonların farkındaydık. Çünkü Türk Ülkücüleri sağcı veya solcu değildi iddiasını göğsümüzde taşıyorduk…
Sağcılık ve solculuk hareketlerinin 1789 Fransız İhtilalinden doğduğu, toplumu sınıflara ayırdığı biliniyordu. Batılı ülkelerde Kapitalist; Sovyet blokunda ise Komünist sistemin temelleri idi. Kapitalizm; sermaye yönetimde hükümet; Komünizm ise sermayenin devletleştiği rejimi ifade ediyordu. İki rejimin de hâkim gücü sermaye idi. Ezilen halk vardı. Gençlik; “olmaz kapitalizm, olmaz komünizm yol Türk’e. Dokuz ışıkçı erleriz, milliyetçileriz..” sloganı ile uyanışa geçmişti…
Yıllar su gibi aktı. Sol siyaset “milliyetçilik” ilkesine “u” dönüşü yaptı. Sağ siyaset özüne çelme attı. Fikir akımları partileşti, kişiselleşti; politika küfürbaz oldu! Komünizme ve kapitalizme karşı duran milli ülküler de köreltildi. Gün yeniden birlik zamanıdır. Devletin birliği, ülkenin bütünlüğü için eteklerdeki taşlar dökülmeli, yeniden umut ışığının meşalesi yakılmalıdır!..