Varlığın “ruh-madde” ikilemini bütünleştiren “mutlak varlığın” yaratılışa yüklediği canlı kavramının en önemli kısmını meşgul eden insanoğlu, yaşamı sürecinde özüne ve çevresine yaşam tarzı gereği oluşum ve değişimlerle yön vermeye özen göstermiştir. Çekirdeğini ailenin teşkil ettiği milletleşme sürecine ilaveten sosyal yaşamın genlerine yüklediği dünya hayatında geçim standartları düzeyinde siyasal ve kültürel yapılanmalar gerçekleştirmiştir…
Cahiliye devrini aşmak için yoğun gayret gösterenler çağların akışı süreciyle tüketim gereği üretimin artışını sağlamışlardır. Her çağın başlangıcı daha bir yeni yeniliği ifade ederken; aslında her yenilik ve değişim çağlara adını verdirtmiştir. Eski çağ medeniyetinin oluşumunda çağın eskiliği değil; yeni medeni gelişimin seviyesi önemlidir. İnsanlığın geldiği medeniyet zirvesinde oluşan değişik bilimsel veri ile ortaya çıkan farklı ve daha kullanışa elverişli şeyler çağın yenilenmesine ve isminin değişmesine vesiledir. Yani çağ medeniyeti değil; medeniyet yeni bir çağı çağrıştırmıştır…
Düşünen insan üreten yapısıyla toprağı işlemiş, hayvanı evcilleştirmiş, doğayı şekillendirmiş, sanayi devrimini gerçekleştirmeyi başarmıştır. Her yeni keşif veya icat üretim mekanizmalarını modernize etmekten geri kalmamıştır. Değişen ve gelişen dünyada tabii ki bütün insanlar aynı atmosfer içinde soluklanmamaktadır. Dünyanın gidişatının fakına varamayan milyonlar geri kalmışlık psikolojisi ile yürümeye devam etmektedir. Tasavvuf ilmi filozofları halen yormaktadır!..
Düşünce militanları Batı kültürü çerçevesinde ruh ve madde ikilemini emek-sermaye çatışması üzerinden sağ-sol kavramlarıyla iki kanatlı sosyal ve kültürel atmosferi yaratmışlardır. Atmosferin temelinde putperestlik ve ateizm figürleri yer almaktadır. Batılı filozoflar bilimi Mısır’dan Mezopotamya’ya; Helenistik kültürden Türk-İslam medeniyetine, nihayetinde modern medeniyet tanımlamasıyla son yüzyılın Avrupa bilimine akıp gelmiştir. Ancak tek Tanrı inancıyla ateist veya putperestliğe bulaşmayan Göktürk abidelerindeki yazıtlardan bahsedilmemektedir…
Dinler tarihi ile Türk ülküsünün örtüşen tarihi akışı ilmin kaynağının Yaratan’da bulunduğunu Kızılelma ülküsünden Nizam-ı Alem ideali ile küreselleşmesinde açıkça ifade etmektedir. Yaratılan insanoğluna değişen ve gelişen bilimsel hareketlerin takibi ve gelişimi için akıl-mantık yüklenmiş, zekâsını kullanabildiği oranda bilgelik verilmiştir. Gerçeği düşünce akımlarının zıt kanatlarındaki çıkmaz sokaklarda değil; mutlak varlığa uzanan ilahi yolunun gidişatında aramak daha akılcı olmalıdır. İnanç dünyası da medeniyet ürünlerini becerilerin geliştirilmesinde aramalıdır. Menkıbe ve kerametlerin bilgisayar çağında teknolojiyle örtüşmesi körelmiş kalpleri parlatmalıdır. Anlaşılmaktadır ki düşünce atmosferine madde ve ruhu aşan “YARATAN” inancı hâkimdir…