Evet değerli dostlar bu haftaki konumuz ‘faşizm’.

        Faşizm nedir? Faşist kime denir? Kökenini, nereden geldiğini nereye gittiğini aklımın erdiği, dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalışacağım.

        Faşizm, Antik Roma döneminde gücü sembolize eden, ucunda balta bulunan bi çok demir çubuğun birbirine sarılarak kalın sopa haline getirilmesine ‘fasces’ denir. Latince bir sözcüktür.

        İtalyanca fascio ‘birbirine sıkıca bağlı gurup çetenin partisi’ anlamına gelmektedir. Bu gurubun çetenin partisinin getirdiği sisteme de ‘izm’ eklenerek faşizm türetilmiştir. Faşist de bu gurubun sisteminin içinde yer alan veya bunların yaptığını savunan kişilerdir.

        Dünyada böyle bir partiyi ilk defa Benito Mussolini 9 Kasım 1921 İtalyan Ulusal faşist parti adı altında kurdu. Seçimle iktidara geldi.

        Bunu takip eden yıllarda Almanya’da Adolf Hitler Nasyonel Sosyalist İşçi partisini (NAZİ) kurdu ve seçimle iktidara geldi.

        Yine aynı yıllarda İspanya’da General Francisco Franco Bahamonde bir askeri darbe ile iktidara geldi.

        Bunların iktidara geliş şekilleri, partileri, ülkeleri farklı da olsa birbirine benzer o kadar çok yönleri var ki. Bunların hepsi ırkçı, diktatör, kana susamış, kan dökmeyi seven kişiler. Partileri bunu istiyor, sistemleri bunu gerektiriyor. Dünya tarihinin en büyük felaketi olan İkinci Dünya savaşı, başta Adolf Hintler olmak üzere bunların eseridir. 60 milyon insan ölmüştür. Dünyanın bazı yerlerinde o savaşın sonucu olarak hala sakat çocuklar doğmaktadır.

        Değerli dostlar! Faşizm her zaman diktatörya, baskı, korku, kan ve gözyaşı demektir. Kapitalizmin en son aşamasıdır. Normal koşullar içinde gerek ekonomik, gerek siyasi olarak ülkeyi yönetemeyen yöneticiler halk üzerinde baskı oluşturmaya başlarlar. Ekonomik ve siyasi düzen bozuldukça baskı artar. Son aşamaya, yani faşizme varır.

        Değerli dostlar! Bizim ülkemiz,  yani Türkiye Cumhuriyeti 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleriyle açık bir faşizm yaşamıştır. Şahsen her iki dönemi de çok iyi hatırlarım. Nasıl unuturum Deniz Gezmiş’i? Nasıl unuturum bir gecede yaşı büyütülerek idam edilen 17 yaşındaki Erdal Eren’i?

        Değerli dostlar bilimde, diyalektik felsefede toplumlar tarihi diye bir şey vardır. Burada insanlığın yaşadığı toplumsal sistemler yer alır. Şöyledir: İlkel kominal (Avcı toplayıcı) toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum. Biz Türkiye olarak yarı feodal, yarı kapitalist bir toplumuz. Çünkü sanayi devrimini gerçekleştirememişiz. Kapitalizmin içinde demokrasi vardır. Bu demokrasi, gelişmiş batılı ülkelerin kendi halklarına geçici olarak verdiği bazı haklardır. Ama egemen sınıf sıkıştığı an o hakları derhal askıya alır. Böyle düşündüğümüz zaman Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasi hiç olmamıştır. Olamaz da. Çünkü yarı feodal, din ağırlıklı bir ülkeyiz. Dini etkilerin ve ağalık düzeninin olduğu bir yerde insanlar en başta kendi aklıyla, kendi iradesiyle oy veremezler. Köyün ağası nereye oy verirse onlar da oraya; tarikatın şeyhi nereye oy verirse onlar da oraya oy verirler

         Bu kadar basit. Evet değerli dostlar, bu minval üzerine Türkiye’de Kasım 2002’de bir seçim oldu. Bu seçimde %35 oy alan AKP denen dinci bir parti iktidara geldi. Seçim sisteminin azizliğiyle meclisin %65’ini ele geçirdi. İktidar partisinin dinci olduğu ülkelerde asla demokrasi yoktur. Kader vardır. Nas vardır. Doğma vardır. Bu yönetimlerin mayasında diktatörlük vardır.

        İlk dönemler Avrupa’ya batıya hoş görünüp faydalanabilmek için demokrasi trenine bindiler. Güçlendikçe sertleştiler, her tarafa kafa tutmaya başladılar. Sağa sola kafa tuttukça ekonomi bozuldu, ekonomi bozulunca da sertleştiler. Daha sonra da 2002’den beri birlikte yürüdükleri, birlikte ıslandıkları, birlikte soydukları FETÖ ile paylaşım kavgası çıktı aralarında.15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişimi gerçekleşti. Ortağı girişir de bunlar durur mu? Öyle olmaz böyle olur diyerek 20 Temmuz 2016 AKP iktidarı ve Sayın Erdoğan Türkiye’nin üzerine öldürücü darbeyi indirdiler.

        Ve işte o günden beri Türkiye çok açık bir faşizmi yaşamaktadır. Demokrasi treninden indikleri gibi dinci yanına ırkçı partiyi de alarak daha da güçlendiler. Ülkemizde yukarıda örneğini verdiğim İtalya, İspanya ve Almanya’da yaşananların daha fazlası ülkemizde yaşanmaktadır.

       Bunun en çarpıcı örneği deprem bölgesinde yaşandı. Evi yıkılmış, bütün çoluk çocuğu enkaz altında kalmış, üstü başı perişan kadın kendisine uzatılan mikrofona  ‘beni asarlarsa assınlar.  İçeri atarlarsa atsınlar’ diye bağırmaya başladı. Onca acının içinde bu korku neden? Yine sokak röportajcılarına başka bir kadın ‘korkmuyorum! Beni içeri atacaklarmış. Asacaklarmış, korkmuyorum. Çoluk çocuğum aç, ben açım!’ derken bile aslında çok korktuğunu dışa vuruyor.

       Değerli dostlarım bütün bunları niye yazdım? Ortada açık seçik bir faşizm var. Fakat muhalefet cephesi her nedense buna tek adam rejimi, şahsım devleti, Türk tipi başkanlık sistemi, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gibi isimler takmaktadırlar. Koskoca profesörler, yazarlar, çizerler, aydınlar, hepsi bu tip tanımlamaları kullanmaktadırlar. Aslında toplumsal rejimlerde bu tip sistemler yoktur. Yaşanan açık ve seçik faşizmdir. Umberto Eco’nun söylediği gibi ‘Kimse faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini beklemesin.’

        Teşhisi doğru koyalım. Tedaviyi doğru yapalım. Tek adamla mücadele ayrı, faşizmle mücadele ayrıdır. Sloganları bile ayrıdır. Faşizme karşı atılan sloganlar

‘KAHROLSUN FAŞİZM!’ ve ‘FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUza’dır.

        Hoşça kalın! Dostça kalın!.